LGS VE TYT SINAV SİSTEMİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
MEHMET ŞAN
mehmetsan@gmail.com - 05453649543LGS sonrasında yine birçok şey yazılıp çizildi. Soruların zorluğu, çocukların yıkılan hayalleri, TYT’ye özenen matematik soruları vs.
Eleştirilere hak vermemek mümkün değil elbette. Çocuklar gerçekten de patlamasına 45 saniye kalmış bir bomba düzeneğini iptal etmeye çalışır gibi soru çözüyorlar. Ama burada bir şey gözden kaçmamalı. Tek meselemiz soruların zorluğu değil. Çünkü zorsa, herkes için zor! Sonucu pek etkilemiyor yani.
Asıl meselemiz, soruların zorluğunun özellikle sözel bölümde bilgiyle bir alakasının olmaması. Yani her şeyi sular seller gibi bilen öğrenciler de bu kadar karmaşık metinlerin içinde metin olamıyorlar.
Peki biz “İstanbul kaç yılında fethedildi?” noktasından, fetih psikolojisini çözümleme safhasına nasıl geldik? Bir zamanlar matematik sınavında çarpım tablosu sorarken, şimdi Picasso tablosu yorumlatma çabamızın sebebi ne?
Cevap belli aslında. Bilgi basamağında takılıp kalan eğitim sistemimizi, düşünme becerisi gerektiren bir ölçme sistemiyle zenginleştirmek gerekiyordu. Çünkü PISA karnemiz zayıflarla doluydu. Artık bu ezberci sistemden kurtulmanın vakti gelmişti falan…
Tamam, ideal öğrenme için bilgiyi kullanarak derinleşmeniz gerekiyor. Buraya kadar bir sıkıntı yok! Ama sınavda Benjamin Bloom’un sıraladığı o meşhur öğrenme basamaklarının ilk birkaç tanesi hiç yok gibi. Hele sözel bölümde bilgi tamamen es geçilmiş.
Şimdi bu durumu netleştirmesi için cevaplarıyla birlikte üç soru yazıyorum.
İnkılap tarihi sorularını çözmek için, bir yıl İnkılap dersi görmeye gerek var mıydı? (Yoktu)
Din Kültürü sorularını, dinle diyanetle ilgili hiçbir şey bilmeyen bir kişi çözebilir mi? (Çözebilir)
Bir din âlimine din kültürü sorularını versek, acaba ful çeker mi? (Zor)
Bu üç sorudan sonra geldiğimiz nokta şu; Sözel bölümde yer alan soruların hepsi aslında Türkçe paragraf sorusu. Yani verilen metinler dinî konularla ilgiliyse Din Kültürü sorusu oluyor. Eğer metinde Amasya Genelgesinden bahsediliyorsa, İnkılap Tarihi sorusu…
***
Problemin kaynağı aslında belli. Analiz ve sentez basamaklarını çoktan seçmeli sorular üzerinden kurgulamak zor. Yani hem PISA sınavı gibi olsun hem de şıklı olsun denilince, işler karışıyor. Şıklarla sınırlandırılmış bir soru sistemine, Bloom taksonomisi şak diye oturmuyor işte.
Birçok öğrenci “Bilmediğim konu yok ama hâlâ ful çekemiyorum” kaygısıyla ha bire soru bankalarında yeni hesaplar açıyor. Ama yine de sınavdan dört eşit takside bölünmüş bir hayal kırıklığıyla çıkıyorlar. Ve “Ne kadar çalışsam da yapamıyorum” diyen öğrencilerin liseyle ilgili kırılmış hevesleri maalesef alçıya alınmıyor.
Puanların ve derecelendirme sisteminin bu kadar net olduğu bir sistemde, açık uçlu sınavlara özenen soyut ve bulanık bir atmosfer oluşturmak ne kadar mantıklı? Çocuklara hem şık verip hem de yorum yaptırmaya çalışmak, elleri kelepçeli birisine ters takla attırmaya benzemiyor mu?
Düşünme becerileri gelişsin elbette. Ama çocuklar düşünmekten bilgiyi unuttular. Liselere öğrenci mi seçiyoruz, Aristo’nun felsefe okuluna filozof adayı mı belli değil!
“İstanbul kaç yılında fethedildi?” diye soralım demiyorum. Ama öyle bir soru soralım ki bu tarihi bilmeyen öğrenci de soruyu çözemesin. Bilgiyi bu kadar da göz ardı etmeyelim. Eğer çocuklara zekâ testi veya düşünme becerileri testi uygulayacaksak, bir yıl boyunca uygulanan müfredatın ve yaşanan stresin ne anlamı var?
***
Ha, şimdi diyeceksiniz ki, bu sınav zaten yüzde onluk bir dilimi ilgilendiriyor. Geri kalanının stres yapmasına gerek yok!
İyi de bakanlıktaki hesap okula uymadı işte. Sınav, herkese açık halk koşusuna döndü. Eşofmanını giyen geliyor. İşin kötüsü koşamayanların psikolojisi bozuluyor. Çünkü ebeveynlere göre her çocuk doğuştan atlet!
Neyse, çok olumsuz konuştum. İnşallah yaşanan tecrübeler ışığında, sınava sadece belli bir grubun gireceği şekilde bir sistem güncellemesi yaparız.
Ama şunu da söyleyeyim!
Eğer biz, sadece yüzde on için kurgulanan bu sınav sistemini yeniden ele almazsak, yüzde doksanı okulda zor tutarız!