27 Mart 2024 - Çarşamba

Bir Çocuğun Kaderini değiştiren Öğretmene Vefa... HAYDAR BOSTANCI..

HAYDAR BOSTANCI..

Yazar - MEHMET ŞAN
Okuma Süresi: 6 dk.
141 okunma
MEHMET ŞAN

MEHMET ŞAN

mehmetsan@gmail.com - 05453649543
Google News
 
İlkokul beşinci sınıftaydı. Babası bir gün onu şehre götüreceğini söyledi. Çok heyecanlandı. Kırıkhan'ı ilk defa görecekti.
O gün, sabah erkenden yola düştüler. O zaman şose yoktu. At arabalarının oluşturduğu izden yürüyerek Acerköy'ü geçtiler. Önlerinde set vardı. Set, Menderes zamanında Karasu taşkınından köyleri korumak üzere yapılmış; Acerköy'den Torun köyüne kadar uzanıyordu. Aynı zamanda yol olarak da kullanılıyordu. Setten yürüyerek Dan'ahmetli hizasına kadar geldiler. Orada sel seti yarmış, yarılan yerde güçlü bir akıntı vardı. Sudan kendi başına geçemezdi. Babası onu sırtına alarak sudan geçirdi. Daha sonra Taşköprü, Hortlak, Kodallı bükü, Ilıkpınar köyü ve Ahrazlı üzerinden Kırıkhan’a geldiler.
Şehir, gözüne çok azametli göründü. Ulucami'nin bitişiğindeki kahveye vardılar. Kahve dükkanı babasınındı. kahveci kiracıydı. Babası onu kahveciye teslim edip çarşıya çıktı. Kahveci ona tarçın ikram etti.Tarçını ilk defa içiyordu. Tarçının o kokusu ve tadını bir daha hiç unutamadı.
Babası döndükten sonra çarşıyı gezmeye çıktılar. Çarşıda Iki şey dikkatini çekti. Biri beyaz önlük giymiş bir adam, öteki de ceketli, kravatlı ve şapka giymiş kendinden biraz büyükçe çocuklardı. Babasından önlüklü adamın askeri doktor, çocukların da ortaokul öğrencileri olduğunu oğrendi.
Dönüş yolunda babasına, "ben de ortaokula gitmek istiyorum," dedi. Aslında derdi, okumaktan çok o kıyafetleri giyebilmekti. Babası, "tabii okuturum, sen iste yeter ki," dedi.
*****
Ortaokula başlama hikayesi işte böyle oldu. 1964 yılında Ortaokula kaydoldu. Kırıkhan’da evleri vardı. Leyla ablası da kendine bakmak üzere Kırıkhan’a taşındı.
Bir ay kadar geçti geçmedi...
Şehir köyden çok farklıydı. Ona çok büyük gelmişti. Okul çevresine uyumda zorlanıyordu. Şehir çocuklarının özgüveni çok yüksekti. Ama o, öyle değildi. Okula başladığına pişman olmuş gibiydi. Köyü özlediği de oluyordu. Okulu bırakmak için bahaneler düşünmeye başladı.
Derken...İlk yazılı sınavlar başladı.
İlk yazılı sınav Tarih dersinden oldu. Tarih öğretmeni Haydar Bostancı idi. Bir kaç gün sonra Haydar Bostancı sınıfa girdi. Not defterini çıkardı. Sonuçları okuyacaktı. Sonuçları okumaya başlamadan önce;
- "144, ayağa kalk!" dedi.
144 Onun numarasıydı. Ayağa kalktı. Utangaçlık ve heyecandan eli ayağı titremeye başladı. Kıpkırmızı olduğunu, kulaklarına kadar yanmaya başladığını hissetti. Haydar Bostancı not defterini masaya bıraktı;
- "Sadece bu arkadaşınız on üzerinden beş aldı, dört alanınız yok, gerisi de üç, iki, bir..." dedi.
Onu övdü ve teşekkür etti; dersten sonra da öğretmenler odasına gelmesini tembihledi.
Teneffüste öğretmenler odasına gitti. Öğretmeni ona kim olduğunu, ailesinin ne iş yaptığını, kaç kardeş olduklarını, başka okuyan kardeşinin olup olmadığı sordu. Sonra da babasının gelip kendisini görmesini istedi.
Durumu babasına söyledi. Babası gelip Öğretmeni ile görüştü. Ne konuştuklarını o, hiçbir zaman bilmedi. Ama bu görüşmeden sonra iki değişik şey oldu. Haydar Bostancı o günden sonra ortaokula bitinceye kadar onu bir gölge gibi takip etti, korudu, kolladı... Ikinci olarak, bir çok öğretmen;
- "144, kalk ders anlat," demeye başladı.
Meğer Haydar Bostancı kendi arkadaşlarına ondan söz etmiş; "bu çocuk çok çekingen, çok utangaç. Toplum huzurunda sıkılıyor, onu derse kaldırın da bu problemini yensin," demiş. O, bu durumu yıllar sonra öğrenecekti.
Bu gelişmeler onun özgüvenini arttıracak, köye dönmek fikrinden uzaklaşması sonucunu doğuracaktı...
Artık, kendini tamamen derslerine verdi. Hiç durmadan ders çalıştı. Başarılar elde etti. Ortaokulu bitirdi. Şansından ortaokulu bitirince Kırıkhan’a lise de açıldı. Liseyi de bitirdi. Üniversite sinavlarındaTıp fakültesini kazandı. Doktor oldu. 45 sene de doktorluk yaptı. Şimdi emekli...
Şu an mı?
Şu an, bu satırları yazmakla meşgul!
*****
Ya, Haydar Bostancı ?..
Bugün sabah, ortaokuldan sınıf arkadaşım Hasan Cüneydioglu aradı. Sesi titrek, ağlamaklıydı:
- "Hasan, başımız sağolsun, Haydar Bostancı öğretmenimizi kaybettik," dedi.
Ne diyeceğinimi bilemedim. Yutkundum. Boğazıma bir düğüm oturdu...Bir an için yıllar ötesine gittim. Yukarıda yazdıklarım, bir film şeridi gibi geçip gitti gözlerimin önünden. Daha dün gibiydi...
Sadece bunlar mı?
Daha ne emekleri vardı üstümüzde Haydar Bostancı'nın...O yokluk yıllarında bize hayatı, insanlığı, düşünmeyi, okumayı, yazmayı öğretti. En çok da, adam olmayı öğretti.
Akılcı ve tutarlı bir yapısı vardı. Hiç unutmadığım sözü:
- "Akıl var, izan var." Demesiydi.
Tutarsız ve mantıksız bulduğu her düşünce ve durumlar karşısında böyle derdi.
*****
Mekanın cennet, ruhun şâdolsun, Haydar Bostancı öğretmenim.
Hakkını helâl et, biz öğrencilerine...Biz, ne yapsak da ödeyemeyiz, çünkü.
27 Mart, 2022
#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları